20 Aralık 2017 Çarşamba

2017 Karavanla Avrupa- 19 Aralık, İgoumenitsa, Dedeağaç, İstanbul

19 Aralık 2017 Salı, 35. gün,
Yunanistan, İgoumenitsa, Dedeağaç, İstanbul



Dün akşam bizim feribot bir buçuk saat rötarla 20:30 da kalktı Brindisi'den... Neyse dedik, kazasız belasız gidelim de... Feribot büyük, 170€ karavan ve iki kişi için ödedik.... Bizi üstü açık, en üst 3. kata aldılar... Keyfimiz yerinde... Gezmek, yeni yerler, kültürler görmek ne kadar güzelse, insanın evine dönmesi de pek güzel oluyor😊 Güzel oluyor, o sizi zaman zaman bunaltan rutinleri özlemek diyelim😊 Hele de evladınız, kardeşiniz yeni yıl tatili bahanesiyle kaçıp gelmişlerse memlekete, sizi bekliyorlarsa💃💃💃 İşte tam da böyle oluyor insan hafif duygusal, yorgun ama keyifli, heyecanlı😊 Etabi duygusal kısmında az önce içtiğim iki duble Barbayani'nin de etkisi olabilir😉

Neyse konuyu dağıtmayıp, tekrar dönüyorum feribotun üçüncü katına... Karavanları yan yana park ettiriyorlar allahtan... E alıştık biz otuz beş gün arka arkaya gidip, yan yana park etmeye... İyi geldi yan yana olmamız gene😊   

Nur akşam yemeğimizi hazırladı... Menümüzde Kaş pazarındaki teyzeden aldığı o nefis tarhana ile yaptığı çorba ve makarna var... Evet Nur ve Fahrettin profesyonel hayatlarını noktaladıktan sonra, dört beş yıldır Kaş'ta yaşıyorlar... Bu yıla kadar Kaş Kamping'de karavanlarında geçiriyorlardı yılın yarı zamanından çoğunu... Kaş'ın onlara iyi geldiğine emin olunca da, İzne'de (Kaş'a 10-15 km kadar mesafede, 700 rakımlı Likya yolu üzerine şirin mi şirin bir köy) bir ev yaptırdılar kendilerine... Ben masal ev diyorum... Hani şu çocuk kitaplarında olur, kocaman bir bahçe içinde, dik çatılı, sundurmalı, önünde uzanan kocaman bir köpek... Hıh işte o köpek Salda... Evet yanlış yazmadım, hani şu Burdur'a bağlı, Maldivler gibi kumsalı olan Salda gölü var ya... Orada buldular Salda'yı, bir karavan gezisi sırasında, iki yıl kadar önce... Bulduklarında bir-iki aylık vardı - yoktu... Şimdi koç kıvamında bir kız😊 Hem koç, hem kız nasıl oluyor demeyin lütfen.. İşte boyut olaraktan... İlk yaz bizim kız Üzüm Hanımla alt alta üst üste oynarlardı Kaş Kamping'de... 

  
Şimdi bizimki yanında kuzu... Yani gene boyut olaraktan😊 

Efendim tarhana diyordum, makarna diyordum... Afiyetle yedik... Amacımız erkenden uyumak, saat 04:50 İgoumenitsa'ya yanaşmamızı bekliyoruz... O zamana kadar uykumuzu alıp, sonra bastıralım gaza diye planlıyoruz... Artık Kavaal mı olur, Dedeağaç mı, ev mi, gidebildiğimiz yere kadar gidelim diyoruz... Fakat daha 00:30 da kapımız çalmaz mı! "Neredeyiz biz, hmm feribot, tamam, saat ne çabuk geçti ki" gibi düşünceler jet hızıyla geçerken kafamdan, Harun İngilizce bilmeyen İtalyan görevli ile anlaştı bir şekilde... Karavanları boşaltıp, yolcu bölümüne geçmemiz gerekiyormuş güvenlik nedeniyle... Haydaaaaa.... E biz uyuyacaktık???? Neyse toparlanıp geçtik yolcu bölümüne... Tam bir sefillik durumu.... Koltuklara uzanmış uyuyanlar, ağlayan bebekler, restorandaki kırık koltuklar, ne içtilerse boş şişeleri masalarında sıralayan, kocaman salona sohbetlerini canlı yayınla dinleten erkek grupları... Boş bir masa bulup yerleşiyoruz... Uyumak ne mümkün! Sabahı sabah edip, 06:00 gibi İgoumenitsa'ya yanaşırken dönebiliyoruz karavanlara... Ben güzel yatağım deyip karavanın arkasında uyurken, Harun ve Fahrettin direksiyon başında 250 km daha devam edip, birkaç saatliğine uykuya çekilmişler... 

12:00 gibi uyanıyoruz ekip olarak... "Neredeyiz biz" deyip, karavanın kapısını açtığımda, burnuma güzel kokular geldi.. Meğerse tam karşımızda ekmek arası sosis yapan minik kamyonetten geliyormuş kokular...

   
Burada Nur'lardan ayrılıyoruz... Onlar aralıksız gidecekler İstanbul'a, işleri var... Bizim durum belli değil Harun'un ayağı ağrırsa mola vereceğiz, acelemiz yok... Yola çıkıyoruz yeniden.. Manzaralar pek güzel.... 



Ahşam olmak üzere... Dedeağaçta Loukoulos restoranda yemeğe karar veriyoruz... Karavanımızı fenerin hemen arkasında, marinanın yanındaki otoparka bırakıp yürüyerek gidiyoruz sahildeki restorana... Yemekler leziz... Yunan salatası ve ızgara Sakız adası peyniri Mastelo'dan sonra, buralarda meşhur kabak cipsini, kıvamlı Yunan cacığını katık yaparak götürüyoruz... 


  
Sonra ızgara ahtapot, karides saganaki ve deniz mahsulleri risotto.. Takii tüm bunların yanında da Barbayani... Hani şu yazının başında bahsettiğim😊 Finali de biz Tür, onlar Yunan desin, bildiğimiz köpüklü sade kahve ile yapıyoruz..


40 km kadar yolumuz var sınıra... 5-6 km öncesinde tır sırasının başladığını görünce, acaba çok bekleyecek miyiz diye biraz kaygılandık... Tırların yanından ilerliyoruz ve hem Yunan hem de Türk tarafından büyük bir kolaylıkla geçiyoruz... Sadece beyan ettik, girip arama bile yapmadılar, hiç vakit kaybetmeden geçince, Harun devam edelim istersen dedi... Hadi dedik, sürpriz yapalım evdekilere...


Ömrümün en uzun seyahatini de böylece tamamlamış oldum💃💃💃 Dönünce biriken işlerimi toparlayıp, seyahatle ilgili genel notların olduğu bir özet yazı yazmayı planlıyorum...  Tamı tamına beş hafta, 35 gün süren seyahatimizi günü gününe paylaşmaya çalıştım... Sürç-ü lisan ettiysem affola😉 . Gönlünüzdeki yol maceralarınızı gerçekleştirmeniz dileğiyle😊

Bugünkü rotamız:

Sevgiyle, sağlıcakla kalın🙋🙋🙋



18 Aralık 2017 Pazartesi

2017 Karavala Avrupa- 18 Aralık, İtalya, Pompeii, Matera, Brindisi

18 Aralık 2017 Pazartesi, 34. gün,
İtalya- Pompeii, Matera, Brindisi

Sabah 8:00 civarı Camping Spartacus'ten yola çıktık. Önce yakıt alalım dedik... Mazotun litresi pompadan kendin alırsan 1.358€, eğer pompa servisi istersen 1.578€ ... %6.1 servis parası alıyorlar anlayacağınız😖 


Bugünkü rotamızda önce Matera var, yaklaşık 230 km kadar uzakta bir antik şehir. Oradan da İgoumenitsa feribotuna bineceğimiz Brindisi'ye geçeceğiz. Matera Brindisi arası 142 km. Bu etapta otoyol görünmediği için normalden uzun süreceğini öngördük... Mazot alma vs. derken Matera'ya kadar üç saatte gittik, oradan da Brindisi'ye iki saatte.. Feribotumuz 19:00 gibi kalkacak, iki saat öncesinden gelmemiz gerektiği yazıyordu on-line bilet alırken... 


Güzel manzaralı bir yolculuktan sonra Matera'ya 11:30 da vardık... Karavanları park ettiğimiz yerden tarihi şehir merkezi 1.5 km kadar, yürüyerek gideceğiz...

Matera son dönemde popülerliğini arttıran bir şehir... Özelliği de MÖ 9000 yıllarında yaşamın başladığı bu topraklardaki evler... Topraklar değil de kayalar demek daha doğru olacak aslında... Kayaların aralarına yapılar bu evler, sıkı durun: 1950 lere kadar kullanılmış.. 1950'lerde bir salgın çıkmış da, hükumet yeni evler yaparak insanların da bu evlere taşınmalarını zorlamış...

Tarihi şehrin seyir terasına gittiğimizde bizim Mardin evleri ile benzerliği görünce şaşırdık.. Bakalım siz ne düşüneceksiniz...




Şehir yamaca kurulduğu için sokaklar merdivenli, yokuşlu.. 


Restorasyonu devam eden bir ev..


Bazı sokaklar çok dardı.. Evlerin altından geçişler ve minik avlular gördük...


Kapıların üstüne yerleştirilmiş heykeller dikkat çekiciydi...
  

Uzun zamandır ilk defa sokaklarda dolaşan özgür kediler gördük💃💃💃 Bir de şu aşağıdaki şirin köpek hayvan hakları için destek toplamaya çalışıyordu 😉


Şehirde bir sürü pastahane ve fırın var.. Biz gözümüze kestirdiğimiz birine girdik atıştırmalık almak için... Gözüme kedidili takılınca dayanamadım, kocca İtalya'da güzel bir tremisu yiyemedik bu sefer (Floransa'da yediğim hayal kırıklığı olmuştu) bari Maskarpone peyniri de alıp, İstanbul'a dönünce kendim yapayım dedim😊😊


Karavanlara dönüp atıştırmalıklarımızı bir güzel lüplettikten sonra çıktık yola... İşte yol manzaraları... Zeytin ve mandalina ağaçları ile hani şu meyvesi yazın Kaş'ın meydanında satılan kaktüsler iç içe geçmişti tarlalarda.... 


Saat 18:00' i geçti... Birazdan feribota alacaklar bizi... Şimdilik ara veriyorum.. Feribotta internet olma olasılığı pek düşük bence (İnşallah yanılırım😊) .. O yüzden bu günkü maceramızı erken tamamlıyorum... Son bir kare limandan olsun... Gökkuşağı ile yolcu ediyor bizi İtalya😊😊😊 


Bugünkü rotamız:

2017 Karavanla Avrupa- 17 Aralık, Pompeii, Amalfi,

17 Aralık 2017, 33. gün,
İtalya- Pompeii, Amalfi

Pompeii'de Camping Spartacus'te ilk günümüz... Sabah 9:00 gibi kalktık... Nur'ların karavanda güzel bir kahvaltı ettikten sonra, Pompeii antik şehrini gezmek için yola çıktık Harun'la...


Nur ve Fahrettin daha önce geldiklerinde gezdikleri için gelmediler. Neyse ki Nur bu sabah daha iyi, biraz dinlenmece ve aldığı ilaçların da yardımıyla toparladı görünüyor şimdilik...

Pompeii antik şehri milattan sonraki ilk yüzyılda Vezüv yanardağının püskürmesi ile tamamen yok olmuş... Yanardağ nasıl ani aktif hale geldiyse artık, kucağında bebeğini hoplatan adam öylece taşlaşmış..



Şehrin milattan önce 6-7. yüzyıllarda yapıldığını düşünerek çok etkileyici olduğunu söylemek lazım... Meydana açılan sokaklar, sokaklar üzerine dizilmiş evler, mutfak alanları, hamamlar, halkın toplanma, kutlama alanları, anfi tiyatro... 



Aşağıdaki fotoğrafta sokağın başında görünen koca taşların zamanın hız kesme bariyerleri olduğunu hayal ettik biz😊
  

Şu aşağıda görünen şehrin sokaklarında kenarda yer alan yalak olduğunu tahmin ettiğimiz küçük havuzlar da, dönemin benzin istasyonları gibi düşünülemez mi?? 😉


Dionisos'a şarap sunulan aşağıdaki minyatür kült de, şarabın tarihi hakkında bir fikir veriyor...


Müzeden çıkınca Fahrettin'i arıyorum, gelecekler birlikte yola devam edeceğiz...  Önce trenle Sorrento, oradan otobüsle Amalfi'ye gidiyoruz...


Tren yaklaşık yarım saat sürüyor, otobüs ise bir buçuk saat.. İtalya'daki toplu taşım ücretleri ucuzluklarıyla beni şaşırttı.. Benzin fiyatları Avrupa'nın en yüksek ülkelerinden biri malum... Adam başı tren için 2.4€, otobüs için ise 2.9€ ödedik sadece...

Sorrento'dan Amalfi'ye yol kıvrım kıvrım, denize paralel ama uçurum diyebileceğim yükseklikte, bir şerit geliş bir şerit gidiş ilerledi (aşağıdaki fotolar Nur'dan, teşekkürler arkadaşım😊)... Biz otobüs şoförünün hemen arkasındaki koltukta oturuyorduk. Özetle şunu yazmak isterim: Bu hatta çalışan şoförler aldıkları paraya son kuruşuna kadar hak ediyorlar... 


Kıyı boyunca evler kayaların arasına sıkışıp kalmış gibiydi... Geçtiğimiz yerleşim yerlerinde öyle meydan falan da göremedik hiç... Kıyıda gördüğümüz plajlar kayaların üzerinden inilen, sonradan yapılmış alanlar ya da iki yarın arasında kalmış dar kumsallardı...


Yol boyunca zeytin ağaçları bizi takip etti.. Başka dikkatimizi çeken bir şey de, zeytinlerin yeni toplanıyor olmasıydı.

Amalfi'de yemeğimizi deniz kenarındaki Lo Smeraldino'da yedik... Ben yöreye özgü mürekkep balığı mürekkebiyle yapılan siyah makarna yedim... Karides ve kuşkonmazlı...Yanında da bir kadeh Campania bölgesi kırmızı şarabı.. Çok memnun kaldım... 


Bu bölgede limon yetiştiriciliği ön planda ve limonçellosu meşhurmuş...


Yemekten sonra şehri dolaştık, meydandaki büyük kilise ve çeşme göz alıcıydı...


Saat 18:00 otobüsüyle dönüşe geçtik.. Önce Sorrento, oradan da Pompeii...

Tempolu ama keyifli bir günü daha bitirdik... İstanbul'a dönüş için birkaç günümüz kaldı sadece... Şimdiden aklımda yeni seyahatlerin planları... 

Bugünkü rotamız..

17 Aralık 2017 Pazar

2017 Karavanla Avrupa - 16 Aralık Floransa, Siena, Pompei

16 Aralık 2017, Cumartesi, 32. gün
İtalya - Floransa, Siena, Pompei

Bu sabah erkenden kalktık, toparlandık... Nur'un akşamdan hazırladığı sandwiçlerimizi ve haşlanmış yumurtalarımızı yolda yiyeceğiz vakit kazanmak için... Bugünkü rotamızın ilk etabı  Siean'da bitiyor, yaklaşık 70 km yolumuz var önümüzde... 


Otoyol yerine yan yollardan gidelim dedik Siene'ya, şu meşhur Toskana bölgesi bağlarını da görerek, kasabaların içinden geçerek...

Dedik de bu kadarını beklemiyordum açıkçası😊 Nasıl güzel bir manzara! Karavanla giderken sol tarafın fotoğrafını çekemiyorum istediğim gibi... Görüş açım çok dar kalıyor... Hay Allah dedim, bu manzarayı paylaşmalıydım... Harun da "betimlesene" dedi... Pek zor ama denemeye karar verdim... Bakalım gözünüzün önüne gelecek mi😊

Hava yeni yeni aydınlanmaya başlıyor... Bulutlarla dağların arası açılmış, araya masmavi gökyüzü girmiş... Dağların hemen üstünde ise doğmaya çalışan güneşin turuncu yansıması, mavi gökyüzüne karışıyor... Dağların yamacındaki tarlaların üstüne bulutlar oturmuş gibi... Bulutlar toprak, kurumuş asma dalları ve yemyeşil çimenleri ara ara örtmüş...

Ağaçlar ayrı bir hikaye... Kışa hazırlanmak için sararan, turuncuya dönen, tarçın rengi, bal rengi, nar çiçeği kırmızısı, vişne rengi yapraklar... Bir de kışa direnen uzun boylu, koyu yeşil çam ağaçları ile buğulu yeşil-mavi renkleriyle zeytin ağaçları var...

Bu renk cümbüşünün arasında, görünür-görünmez kırmızı kiremitleri ve toprak rengi taş tuğlalarıyla köy evleri, şarap imalathaneleri var bir de...

Benim taraftan yakaladığım güzellikler ise aşağıdaki gibi:


Saat 10:00 civarı Siena'ya varıyoruz... Siena İtalya'nın ortasında, Unesco Dünya Mirası projesiyle koruma altına alınan şehirlerden...  

Şehrin kapısına karavanları park edip, yürümeye başladık ve at yarışlarının da yapıldığı meydana ulaştık ...


Önce bir kahve içip, kendimize gelelim diyerek, meydan manzaralı ilk gördüğümüz kafeye oturduk...

 

Enerjimizi topladıktan sonra şehrin ara sokaklarında gezinmeye başladık.. Bir ara arkama baktığımda kimseyi göremedim... Meğerse kendi el emekleriyle yaptıkları şapkaları satan bir dükkana girmiş bizim ekip... Dükkanın sahibi adam nasıl bir ayda otostopla Hindistan'a gittiğini anlatıyordu ben içeri girdiğimde😆😆😆 Öyle derin bir sohbete dalmışlar ki fotoğraflarını çektiğimi fark etmediler bile😉 


Aşağıda sol üstteki fotoğrafta yer alan alan çantalar çok güzel ve özeldi, deri üzerine apliklerle değişik desenler uygulamışlar.. Onun altında bir hediyelik esya dükkanında gördüğüm hayvan figürleri çok ilginç geldi bana.. Şeffaf plastik bir malzemenin içini nehirden toplanan, farklı boyuttaki minik taşlarla doldurmuşlar...  Sağ alttaki karede ise "Jingle bells" müziği eşliğinde çocuklarla sohbet eden genç kız Noel coşkusunu yaşatıyordu...


E İtalya'ya geldik, üzümün şarap halini tattık, pek beğendik.... Bir de sofralık olanların tadına bakmadan olmaz diye düşündük😉 Önümüze çıkan manav dükkanında sıra sıra dizilmiş üzümler bizi hipnotize etti adeta.. Nasıl girdik dükkana, seçtik salkımımızı, bulduk çeşmeyi de lüplettik o mis gibi gül kokulu, kocaman taneli, ince  kabuklu, bol sulu üzümü hiç hatırlamıyorum... 


Aşağıdaki fotoğraflar da şehrin meydanından.. Bu meydanda yılda iki kez at yarışları düzenleniyormuş..


Hediyelik eşya dükkanlarından seçmeler...


Şimdi aşağıdaki fotoğrafları bir araya koydum da ortak payda yok.. Zorlamak da istemiyorum bulmak için... Katedral burada da ihtişamlıydı, görmelisiniz diye düşündüm... Alttaki de benim gözümde İtalya: Vespa'sıyla, Fiat otomobiliyle, toprak rengi binasıyla, bina önüne atılmış minik masasıyla...

   
Bu şehrin kapı tokmakları bence efsane.. Bakalım siz ne diyeceksiniz...





Bir de atları bağlamak için kullandıkları metal aparatlarla ziller pek ilginç geldi bana...


Bir de boynuzundan su akan Unicorn eser bize çok ilginç geldi... 


"Bir de" yi ne çok tekrarladım, aman tanrım... Ama öyle güzel detaylar vardı ki... 

Siena yürüyüşümüzü böylece tamamlayıp yola çıktık... Kalan 380 km yolumuzu otoyol üzerinden gideceğiz... Siena'yı güneşli havada terk etmiştik, Roma civarında dolu bastırmaz mı!


Yarım saat kadar karlı havada ilerledik, sonra gene güneş açtı...


Saat 18:00 gibi Pompei'deki kampımız Camping Spartacus'e vardık... Adı pek iddialı, hava karardığı için ben henüz dışarı çıkıp keşif yapmadım.. Bakalım yarın göreceğiz artık...

Akşam bir firemiz var maalesef.. Nur hastalandı... Ateşi çıktı... Böyle uzun ve yoğun tempolu bir seyahatte ayakta kalmak için gerçekten büyük özen gösteriyoruz... Gene de iklim değişiklikleri, yoğun tempo bazen omuzlarımızı düşürüyor... Bu akşam bir çorba içip dinlenmeye çekildi, İnşallah yarın toparlamış olur🙏  

Bugünkü rotamız.. Bu arada unutmadan 380 km lik otoyola 27.7€ verdik, benzinin de litresini Siena çıkışından 1.439€ dan aldık...