19 Aralık 2017 Salı, 35. gün,
Yunanistan, İgoumenitsa, Dedeağaç, İstanbul
Dün akşam bizim feribot bir buçuk saat rötarla 20:30 da kalktı Brindisi'den... Neyse dedik, kazasız belasız gidelim de... Feribot büyük, 170€ karavan ve iki kişi için ödedik.... Bizi üstü açık, en üst 3. kata aldılar... Keyfimiz yerinde... Gezmek, yeni yerler, kültürler görmek ne kadar güzelse, insanın evine dönmesi de pek güzel oluyor😊 Güzel oluyor, o sizi zaman zaman bunaltan rutinleri özlemek diyelim😊 Hele de evladınız, kardeşiniz yeni yıl tatili bahanesiyle kaçıp gelmişlerse memlekete, sizi bekliyorlarsa💃💃💃 İşte tam da böyle oluyor insan hafif duygusal, yorgun ama keyifli, heyecanlı😊 Etabi duygusal kısmında az önce içtiğim iki duble Barbayani'nin de etkisi olabilir😉
Neyse konuyu dağıtmayıp, tekrar dönüyorum feribotun üçüncü katına... Karavanları yan yana park ettiriyorlar allahtan... E alıştık biz otuz beş gün arka arkaya gidip, yan yana park etmeye... İyi geldi yan yana olmamız gene😊
Nur akşam yemeğimizi hazırladı... Menümüzde Kaş pazarındaki teyzeden aldığı o nefis tarhana ile yaptığı çorba ve makarna var... Evet Nur ve Fahrettin profesyonel hayatlarını noktaladıktan sonra, dört beş yıldır Kaş'ta yaşıyorlar... Bu yıla kadar Kaş Kamping'de karavanlarında geçiriyorlardı yılın yarı zamanından çoğunu... Kaş'ın onlara iyi geldiğine emin olunca da, İzne'de (Kaş'a 10-15 km kadar mesafede, 700 rakımlı Likya yolu üzerine şirin mi şirin bir köy) bir ev yaptırdılar kendilerine... Ben masal ev diyorum... Hani şu çocuk kitaplarında olur, kocaman bir bahçe içinde, dik çatılı, sundurmalı, önünde uzanan kocaman bir köpek... Hıh işte o köpek Salda... Evet yanlış yazmadım, hani şu Burdur'a bağlı, Maldivler gibi kumsalı olan Salda gölü var ya... Orada buldular Salda'yı, bir karavan gezisi sırasında, iki yıl kadar önce... Bulduklarında bir-iki aylık vardı - yoktu... Şimdi koç kıvamında bir kız😊 Hem koç, hem kız nasıl oluyor demeyin lütfen.. İşte boyut olaraktan... İlk yaz bizim kız Üzüm Hanımla alt alta üst üste oynarlardı Kaş Kamping'de...
Şimdi bizimki yanında kuzu... Yani gene boyut olaraktan😊
Efendim tarhana diyordum, makarna diyordum... Afiyetle yedik... Amacımız erkenden uyumak, saat 04:50 İgoumenitsa'ya yanaşmamızı bekliyoruz... O zamana kadar uykumuzu alıp, sonra bastıralım gaza diye planlıyoruz... Artık Kavaal mı olur, Dedeağaç mı, ev mi, gidebildiğimiz yere kadar gidelim diyoruz... Fakat daha 00:30 da kapımız çalmaz mı! "Neredeyiz biz, hmm feribot, tamam, saat ne çabuk geçti ki" gibi düşünceler jet hızıyla geçerken kafamdan, Harun İngilizce bilmeyen İtalyan görevli ile anlaştı bir şekilde... Karavanları boşaltıp, yolcu bölümüne geçmemiz gerekiyormuş güvenlik nedeniyle... Haydaaaaa.... E biz uyuyacaktık???? Neyse toparlanıp geçtik yolcu bölümüne... Tam bir sefillik durumu.... Koltuklara uzanmış uyuyanlar, ağlayan bebekler, restorandaki kırık koltuklar, ne içtilerse boş şişeleri masalarında sıralayan, kocaman salona sohbetlerini canlı yayınla dinleten erkek grupları... Boş bir masa bulup yerleşiyoruz... Uyumak ne mümkün! Sabahı sabah edip, 06:00 gibi İgoumenitsa'ya yanaşırken dönebiliyoruz karavanlara... Ben güzel yatağım deyip karavanın arkasında uyurken, Harun ve Fahrettin direksiyon başında 250 km daha devam edip, birkaç saatliğine uykuya çekilmişler...
12:00 gibi uyanıyoruz ekip olarak... "Neredeyiz biz" deyip, karavanın kapısını açtığımda, burnuma güzel kokular geldi.. Meğerse tam karşımızda ekmek arası sosis yapan minik kamyonetten geliyormuş kokular...
Burada Nur'lardan ayrılıyoruz... Onlar aralıksız gidecekler İstanbul'a, işleri var... Bizim durum belli değil Harun'un ayağı ağrırsa mola vereceğiz, acelemiz yok... Yola çıkıyoruz yeniden.. Manzaralar pek güzel....
Ahşam olmak üzere... Dedeağaçta Loukoulos restoranda yemeğe karar veriyoruz... Karavanımızı fenerin hemen arkasında, marinanın yanındaki otoparka bırakıp yürüyerek gidiyoruz sahildeki restorana... Yemekler leziz... Yunan salatası ve ızgara Sakız adası peyniri Mastelo'dan sonra, buralarda meşhur kabak cipsini, kıvamlı Yunan cacığını katık yaparak götürüyoruz...
Sonra ızgara ahtapot, karides saganaki ve deniz mahsulleri risotto.. Takii tüm bunların yanında da Barbayani... Hani şu yazının başında bahsettiğim😊 Finali de biz Tür, onlar Yunan desin, bildiğimiz köpüklü sade kahve ile yapıyoruz..
40 km kadar yolumuz var sınıra... 5-6 km öncesinde tır sırasının başladığını görünce, acaba çok bekleyecek miyiz diye biraz kaygılandık... Tırların yanından ilerliyoruz ve hem Yunan hem de Türk tarafından büyük bir kolaylıkla geçiyoruz... Sadece beyan ettik, girip arama bile yapmadılar, hiç vakit kaybetmeden geçince, Harun devam edelim istersen dedi... Hadi dedik, sürpriz yapalım evdekilere...
Ömrümün en uzun seyahatini de böylece tamamlamış oldum💃💃💃 Dönünce biriken işlerimi toparlayıp, seyahatle ilgili genel notların olduğu bir özet yazı yazmayı planlıyorum... Tamı tamına beş hafta, 35 gün süren seyahatimizi günü gününe paylaşmaya çalıştım... Sürç-ü lisan ettiysem affola😉 . Gönlünüzdeki yol maceralarınızı gerçekleştirmeniz dileğiyle😊
Bugünkü rotamız:
Sevgiyle, sağlıcakla kalın🙋🙋🙋
Yazilarinizi okumak cok keyifliydi.
YanıtlaSil